Ameliyatta aletin kırılması ve kırılan kısmın hastanın içinde kalması malpraktis midir yoksa komplikasyon mu? Kullanılan cerrahi aletin kırılmasında sorumluluğun kime ait olduğu ve hastanın tazminat hakkının olup olmadığı yargı kararlarında tartışılmaktadır. Kural olarak; ameliyat sırasında, hekimin herhangi bir kusuru olmaksızın gelişen alet kırılması istenmeyen ve önlenemeyen komplikasyonlar arasındadır. Ancak aşağıda, bir yargı kararı ile açıklayacağımız klemp ucu kırılması örneğinde de olduğu gibi tazminat kararı verilip verilmemesi, komplikasyon sonrası olayın nasıl yönetildiğine ve hastanın bu konuda bilgilendirilip bilgilendirilmediğine bağlıdır.
Konuyu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 19. Hukuk Dairesi’nin 8.2.2018’de vermiş olduğu 2017/1487E, 2018/151 K nolu kararı üzerinden aktaracağız.
Davacı Tarafın İddiaları:
Tüketici Mahkemesinde görülen davada, hasta tarafının iddiaları ve talebi özetle şöyledir: “Safra kesesinde taş oluşması nedeni ile kapalı ameliyat neticesinde safra kesesini aldırdığını, yaklaşık 45 dakika süreceği bildirilen operasyonun 3,5 saat kadar sürdüğünü, ameliyat sırasında klemps adı verilen aletin yaklaşık 3 cm’ik ucu kırıldığını, kırılan klempsin hastanın vücudunda bırakılarak ameliyatı sonlandırıldığı, klemps parçasının vücutta bırakıldığının bilinmesine rağmen, ne doktor ne de hastanenin bu hususta bilgilendirmediğini, karın ağrısı şikayeti ile 3 ay sonra çekilen röntgen filmi ile klemps ucunun vücudunda unutulduğunun öğrendiğini, öğrendiği anda ilgili hastaneye giderek davalı doktor ile görüştüğünü ancak doktorun bu hususu bildiğini ve parçayı kendisinin alamayacağını bildirdiğini, vücudunda bırakılan sivri klemps parçası ile yaşamaya devam edebileceğini söylediğini, ameliyattan sonraki 3 aylık süre içerisinde ciddi ağrılar çektiğini, klemps ucunun iç organlarına zarar verme tehlikesi ile yaşadığını, dava konusu olay olmasa idi yapmayacak olduğu bir takım masrafları yaptığını ve büyük bir zorluk çektiğini” ifade ederek maddi manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
Davalı Hastane Ve Doktorun Davaya Cevapları:
Söz konusu operasyonlarda benzer materyalin kullanıldığı operasyonlarda zaman zaman vücut içinde yabancı cisim kalmakta olduğunu, gerek tıp dünyasının gerekse hukuk camiasının kabul etmesi mümkün olmayan bu sonuç nedeniyle hekimlere kusur izafe edilemeyeceğini, olayın komplikasyon olduğunu, kanser hastası olan davacıya yapılacak operasyonun bir çok risk taşımasına rağmen hastanın sıhhatini kazanması maksadıyla, davalı doktorun ameliyatı yapma kararı verdiğini, operasyon sonucunda amaca uygun bir iyileşme de sağlandığını, bu sebeple, operasyonun içerde kırılan yabancı parça dışında başarılı geçtiği ve davacıyı iyileştirdiğini, ameliyatı yapan doktorun kusurlu olmadığını, davacının kanser hastalığının vücudunda unutulan yabancı cisim nedeniyle ilerlediğini iddia ettiğini, iki rahatsızlık arasında bir illiyet bağı bulunmadığını, bu yolla yüksek oranda manevi tazminat tahsil etmeye çalıştığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Yerer Mahkeme Kararı: Manevi Tazminat
Yargılamayı yapan ilk derece mahkemesi; “davayı kısmen kabul ederek, çekilen acı ve endişe için manevi tazminat verilmesini uygun görmüş ancak yargılama sürecinde alınan bilirkişi raporlarında yaşanan olayda hekim hatası olmadığı yönünde tespit olması sebebiyle maddi tazminat talebinin reddine karar vermiştir.
Tarafların İstinaf Başvuru Nedenleri:
Verilen manevi tazminat kararı üzerine her iki taraf da karara itiraz ederek İstinaf mahkemesine başvurmuştur. Davacı taraf; takdir edilen manevi tazminat miktarının hakkaniyete uygun ve yeterli olmadığını, davalı doktor ise; alınan raporlarda kusursuz olduğunun tespit edilmesine rağmen ret kararı verilmesi gerekirken manevi tazminat kararı verilmesinin yerinde olmadığını, belirterek karara itiraz etmişlerdir. Ayrıca davalı doktorun vekili; “alınan raporlarda zararın oluşumunda illiyet bağının bulunduğunun tespit edilemediğini, Hasta Hakları Yönetmeliğinin 19. maddesine göre; hastanın manevi yapısı üzerinde fena tesir yapmak üzere hastalığın artması ihtimalinin bulunması ve hastalığın seyrinin ve sonucunun vahim görülmesi hallerinde teşhisin saklanmasının caiz olduğunu, bu durumda bilgi verilip verilmemesi hususunun doktorun takdirine bağlı olduğunu, kanser tedavisi görmesi nedeniyle tedavinin olumsuz etkilenmemesi için hekimin yasal haklarını kullandığını” beyan ederek istinaf talebinde bulunmuştur.
İstinaf Mahkemesi’nin İncelemesi:
İstinaf mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeyi aşağıda aynen alıntılıyoruz:
“Taraflar arasında hasta doktor ilişkisinin kurulduğu hususunda uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık, davacının davalı hastanede davalı doktor tarafından yapılan safra kesesi ameliyatı sırasında kullanılan aletin ucunun kırılması, kırılan bu parçanın davacının vücudunda unutulması sonucu geçirilen ikinci ameliyat nedeniyle davacının maddi ve manevi zararının oluşup oluşmadığı, davaya dayanak olay sebebi ile davalıların kusurlarının bulunup bulunmadığı, tıbbi işlemlerin usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığı, hastanın bilgilendirilip bilgilendirilmediği, unutulan bu parça sebebi ile var olan kanser tedavisinin olumsuz olarak etkilenip etkilenmediği, bilirkişi raporlarında kusurun tespit edilmemesinin manevi tazminat hükmedilmesine engel olup olmadığı hususlarındadır.
İlk derece mahkemesince incelenen ceza dosyasında, görevi kötüye kullanma suçundan dolayı doktor hakkında beraat kararı verildiği, ceza dosyası içerisinde alınan Adli Tıp raporunda; “ameliyatta kullanılan aletin ucunun kırıldığının 35. dakikada fark edildiği ancak arama neticesinde bulunulamadığını, bu durumunun ameliyat notuna yazılmadığı, iki ay sonra çekilen grafilerle durumun ortaya çıktığı, parçanın kalmasının komplikasyon olduğu, parçanın bulunmadığı operasyon sırasında belirtilmiş ise sonradan takibinin sağlanarak uygun şartlarda çıkartılması gerektiği, bunun yapılmamasının tıp kurallarına uygun olmadığını, batın içinde kalan parçanın hasta yakınları ile paylaşılmamasının ve operasyon notuna yazılmamasının eksiklik olduğu …. ” bildirilmiştir.
Mahkemede alınan Adli Tıp Kurumu raporunda; bu tür ameliyatlarda nadirde olsa ortaya çıkabilen öngörülemeyen herhangi bir tıbbi kusur ya da ihmalden kaynaklanmayan bir komplikasyon olarak nitelendirildiği ancak ameliyat sonrası dönemde hastanın bilgilendirilmemiş ve hasta ile birlikte takip ve tedavi planlaması yapılmamış olmasının bir eksiklik olduğu belirtilmiştir. Hasta doktor arasında vekalet ilişkisi bulunmaktadır. Özel hastane ve onun tarafından istihdam edilen doktorlar ile hasta arasındaki uyuşmazlıkların vekalet sözleşmesine ilişkin hukuksal düzenlemelere göre çözülmesi gerektiği hususu öğreti ve Yargıtay kararlarında istikrar kazanmıştır. Dolayısıyla müvekkil durumundaki hasta, doktor olan vekilden titiz, dikkatli ve özenli davranmasını beklemekle haklıdır. Dosya içerisinde alınan adli tıp raporları birlikte değerlendirildiğinde, meydana gelen olayın bir komplikasyon olarak değerlendirilmesi yanında doktorun hasta ve hasta yakınlarına ameliyattaki bu olay ile ilgili bilgilendirme yapmaması hastayı ameliyattan sonra takip etmemesinin bir eksiklik olarak kabul edilmesi gerektiği tespit edilmiştir.
İstinaf Mahkemesinin Görüşü: Manevi Tazminat Kararı Yerindedir
Davalı taraf her ne kadar davacının görmüş olduğu kanser tedavisinin olumsuz etkilenmemesi nedeniyle bilgilendirme yapılmadığını iddia etmiş ise de, kişinin görmüş olduğu kanser tedavinin hayati olması da göz önünde bulundurulduğunda bu iddiası yerinde görülmemiştir. Kaldı ki, alınan raporlarda da belirtildiği gibi doktorun, hastayı bilgilendirip daha sonra yapılacak olan ameliyat için planlamalar yapmaması da eksiklik olarak değerlendirilmiştir. Davalı taraf, müvekkillerinin kusurlarının bulunmadığından bahisle manevi tazminata hükmedilmemesi gerektiğini iddia etmiş ise de, alınan raporlara göre doktorun vekalet hizmetini görürken titiz, dikkatli ve özenli davranmadığı bu nedenle de davacının hayati bir rahatsızlık ile uğraşırken ikinci bir ameliyat geçirmesinden dolayı manevi üzüntü duyacağı aşikardır. Mahkemenin tarafların mali içtimai durumlarına göre vermiş olduğu manevi tazminat miktarı da davacının zenginleşmesine neden olacak bir miktarda olmadığından yerinde görülmüştür. Açıklanan tüm bu nedenlerle aşağıdaki şekilde hüküm tesisi usul ve yasalara uygun görülmüştür.” şeklinde karar verilmiştir.
Sonuç olarak;
Operasyon sırasına alet ucunun kırılmasında hekim kusurundan bahsedilemez. Kaldı ki hastanede kullanılacak alet ve teçhizatın seçimi, alımı, rutin bakım ve kontrollerinin yapılması, ne kamuda ne de özel hastane çalışan hekimin görev ve yetkisindedir. Hastanelerin yetki ve sorumluluk alanındaki konulardır. Bu nedenle hekim hatası olmaksızın gelişen ameliyatta alet kırılması ve hatta kırılan kısmın hastanın içinde kalması görülebilen ameliyat kompilasyonları arasındadır. O anda her türlü özene rağmen yabancı cisim bulunamadan, hastanın menfaati gereği ameliyata son verilmesi gerekebilir. Böyle bir durumda hekimin cezai ve hukuki sorumluluğu olmaması için olayın hasta kayıtlarına tüm açıklığı yansıtılması, hastanın konu hakkında bilgilendirilmesi ve yabancı cismin çıkarılabilmesi için uygun tedavi yollarının belirlenerek hastaya sunulması gerekir.
14 Aralık 2020
Arb. Av. Ayşe Gül Hanyaloğlu
HANYALOĞLU- ACAR HUKUK BÜROSU
Comentários