Kapalı yöntem ile yapılan safra kesesi (laparoskopik kolesistektomi) ameliyatı sonrasında ortaya çıkan “duodenum perforasyonu” (bağırsak delinmesi) neticesinde gerçekleşen ölümün, doktor hatası olduğu iddiası ile açılan malpraktis davasında verilen bir kararı inceleyeceğiz. Adli Tıp Kurumu’nun malpraktis davalarında bilirkişi müessesesi olarak son ve üst mercii olmadığını vurgulayan bir karar olması bakımından da önemlidir.
Davadaki İddia:
Safra kesesi operasyonu sonrasında ortaya çıkan barsak yaralanmasına gereği gibi müdahale edilmediği, hastanın böbrek yetmezliğine girmesi ve vefat etmesinde doktor hatası olduğu iddiasıdır.
Yerel Mahkeme Kararı:
Somut olay; … Hastanesinde safra taşı nedeniyle laparoskopik kolesistektomi ameliyatı yapıldığı, post op 1. günde hastanın ağrısının devam ettiği ve direnden gelenin olmaması üzerine diren yıkanarak açıldığı, post op 2.günde hastanın şiddetli ağrıları ve direnin çalışmaması üzerine ameliyathaneye alınarak lokal anestezi altında mevcut diren yerinden batın içine kalın bir diren (#toraks diren) yerleştirildiği ve yüksek volümlü intravenöz sıvı replasmanına rağmen idrar miktarı azalarak anüriye girdiği, 3 kez Lasix ile forse edilmesine cevap vermemesi üzerine hastanın dializ ünitesi olan bir kliniğe sevk edildiği, …. …. Hastanesi yoğun bakım servisine sevkinin gerçekleştiği, yoğun bakımda uygulanan tedavi sonucu hastanın genel durumunda düzelme üre ve kreatinin değerlerinin normal seyrettiği, x.xx.xx tarihinde laparotomi yapılarak sağ batın duvarında ve karaciğer altında lokalize enfeksiyon odakları olduğu, duodenum ön yüzünde perforasyon olduğu, omental yama yapıldığı tüp duodenostomi, beslenme için tüp jejenostomi ve irigasyon direnaj uygulandığı, hemodinamisinin stabil olduğu, ventilatör ihtiyacının ortadan kalkması üzerine 1.basamak YB hastası olarak kabul dildiği ve …… günü hasta yakınlarının isteği üzerine maske 02 ile Özel xx Hastanesi’ne sevk edildiği, takiplerinde daha önce uzun süredir epilepsi tanısı olan ve bir süredir ilacını alamayan hastanın konfüzyon, görme bozuklukları gibi semptomlarının olması üzerine nöroloji konsültasyonu istendiği ve nöroloji kliniği olan bir kliniğe sevkinin önerilmesi üzerine xx Tıp Fakültesi Acil Cerrahi Kliniği ile görüşülerek sevk edildiği, takip ve tedavisi devam ederken … günü genel durumu kötü olan nöradrenalin infüzyonu alan hastada kardiak arrest geliştiği, CPR başlandığı ancak 30 dakikalık CPR sonrası spontan dolaşımı dönmeyen hastanın öldüğü ve otopsi yapıldığı anlaşılmaktadır.
Yargılama sırasında dosya Adli Tıp Kurumuna sevk edilerek rapor temin edilmiştir. Raporda özetle; “…Kişinin muayenesinin, gerekli tetkik ve konsültasyonlarının yapılarak laparoskopik kolesistektomi ameliyatı endikasyonunun yerinde olduğu, ameliyat sonrasında ortaya çıkan duodenum perforasyonunun laparoskopik kolesistektomi ameliyatına bağlı gelişebilecek komplikasyonlardan olduğu, kişinin ameliyat sonrası takip ve tedavisinin düzenli olarak yapılmış olduğu, ortaya çıkan klinik tabloya uygun olarak gerekli müdahalelerin yapıldığı, Akut Böbrek Yetmezliği gelişen hastanın dializ ünitesi olan bir merkeze sevk edilme kararının yerinde olduğu dikkate alındığında ölümde kişinin tedavisine katılan Dr. XXX ‘in muayene, takip ve tedavisine katılan ilgili hekimlere kusur atfedilmeyeceği oy birliğiyle mütalaa olunur.” görüşüne varılmıştır.
Dava konusu uyuşmazlık kapsamında müteveffa ile davalı hekim arasında kurulan ilişki Yargıtay içtihatlarıyla da kabul edildiği üzere TBK madde 502 ve devamında düzenlenen vekalet ilişkisidir. TBK madde 506. madde hükmü gereğince vekil, üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Hekim ile hasta arasındaki ilişkinin “vekâlet sözleşmesi” olarak nitelenmesine göre hekim, gerek teşhisi koyup uygun tedavi yöntemini seçerken, gerek seçilen tedavi yöntemini uygularken ve gerekse hastayı bilgilendirme (aydınlatma) görevini yerine getirirken hep özenli hareket etmek zorundadır. Hekimden beklenen dikkat ve özen ilkesine aykırılık durumu, kusurlu davranış olarak nitelendirilir. Ortaya çıkan zararlı sonuç ile kusurlu davranış arasında kurulan illiyet bağı ise hekimin sorumluluğunu gündeme getirmektedir. Diğer yandan tıbbi müdahale mevzuatımızda yer alan birçok hüküm, hekimlerin tıbbi standartları takip ederek tedavi uygulamak zorunda olduğunu göstermektedir. Eğer hekim tıbbi standartları uygulayarak müdahaleyi gerçekleştirmişse, yani tedbir ve özen yükümlülüğünün yanında tıp biliminin standartlarına da uygun bir yöntemle hareket etmişse hekimin hukuki sorumluluğundan bahsedilemeyecektir. Yargıtay kararlarında da, gerçekleştirilen tıbbi müdahale sonucunda, beklenen sonuç ortaya çıkmış olmasa bile, hekim tıp ilminin kabul edilen kurallarına uygun bir müdahale yapmış ise, doktora kusur izafe edilemeyeceğinden, meydana gelen sonuçtan dolayı sorumluluk yoluna gidilemez görüşü hâkimdir. Kısaca hekimin sorumluluğu, tıp biliminin standartlarına ve tecrübelere göre gerekli özenin bulunmadığı ve bu nedenle de olaya uygun gözükmeyen tıbbi müdahaleler neticesinde zarar oluştuğu durumlarda söz konusu olmaktadır. Somut olayda bilirkişi incelemesi neticesinde, kişinin ameliyat sonrası takip ve tedavisinin düzenli olarak yapılmış olduğu ve ortaya çıkan klinik tabloya uygun olarak gerekli müdahalelerin yapıldığı tespit edildiğinden, hekimin tıp biliminin standartlarına ve tecrübelere göre gerekli dikkat ve özeni gösterdiği ve ortaya çıkan zararda herhangi bir kusuru bulunmadığı mahkememizce benimsenmiştir.
Diğer yandan Yargıtay, özel hastanelerde çalışan hekimlerin sorumluluğu ile ilgili olarak vermiş olduğu kararlarında, özel hastanenin sorumluluğu söz konusu olduğunda, hastane ile hekimler arasındaki ilişkiyi TBK m. 66’da yer alan “Adam Çalıştıranın Sorumluluğu” hükümlerine göre nitelendirmektedir. Adam çalıştıranın sorumluluğundan bahsedebilmek için ise öncelikle çalıştırılan kişinin hukuka aykırı bir fiili olmalı, fiil sonucunda bir zarar ortaya çıkmalı ve uygun illiyet bağı kurulmalıdır. Her ne kadar somut olayda netice itibariyle bir zararın varlığından söz edilse de hekime atfedilebilecek herhangi bir hukuka aykırı fiil bulunmadığı anlaşıldığından, TBK m. 66 hükmü çerçevesinde diğer davalı sağlık kuruluşlarının da herhangi bir sorumluluklarının bulunmadığı mahkememizce benimsenmiştir. Mahkememiz tarafından yapılan tüm bu değerlendirmeler sonunda; dosyaya sunulan bilgi ve belgeler ve usulüne uygun şekilde tanzim edilen Adli Tıp Kurumu raporu esas alındığında; müteveffanın ölümünün laparoskopik kolesistektomi ameliyatına bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu, müteveffaya konulan tanıya uygun tedavinin uygulandığı, takiplerinin düzenli ve uygun olarak yapıldığı, takip ve tedavisinin tıp kurallarına uygun olduğu, görevli hekimlere, yardımcı sağlık personeline ve hastaneye atfı kabil bir kusur bulunmadığı anlaşıldığından, davacının davalılar aleyhine açtığı maddi ve manevi tazminat davasının, tazminat talep koşulları oluşmadığından “davanın reddine,” karar verilmiştir. Karara itiraz edildiğinde dosya istinaf mahkemesince incelenmiştir.
İstinaf Mahkemesi Kararı:
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) 46. Hukuk Dairesi’nin 2020/2461E-2022/1593K 23.06.2022 tarihli kararı ile hüküm verilmiştir.
İlgili karara göre; ” Yukarıda açıklanan olgulara göre eldeki davada, davalı hastanelerde yapılan teşhis ve tedavinin tıbbın gereklerine uygun yapılıp yapılmadığı ile, olayda doktor hatası olup olmadığının tespiti gerekmektedir.
Eş deyişle davadaki iddia ve istek, davalı hastane ve onun personelinin, vekillik sözleşmesinden kaynaklanan özen borcuna aykırı davranışına dayandırılmıştır. BK.Md.386, 390-(TBK 502-506 md) Vekil, vekalet görevine konu işi görürken, yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değilse de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. O nedenle, doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir.
Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip, uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmalı, onun risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı, en emin yol seçilmelidir. (Bkz. Tandoğan, Borçlar Hukuku Özel Borç ilişkileri cilt, Ank.l982 Sh.236 vd.)
Gerçekte de, müvekkil, mesleki bir iş gören; doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, (B.K.nun394/1.) TBK’ nın 510. maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Uyuşmazlığa uygulanması gereken bu yasal kurallara göre, vekilin en hafif kusurundan dahi hukuken sorumluluk altında olduğu gözetildiğinde, 2020/2461 -2022/1593.
Davacılar vekili; ATK raporuna karşı, “…Dosyanın bir Üniversite Hastanesi’ne gönderilerek bazı hususların açığa çıkartılmasını talep etmekteyiz: Safra kesesinden ameliyat olacak hasta için;
A– Ameliyat öncesi tetkikler yapılmış mı?
B– Epilepsi hastası/böbrek rahatsızlığı olan hasta, olası riskler için bilgilendirme yapılmış mı?
C- Hasta ve (yapılmış ise) tetkikler neticesinde hasta için xxx Hastanesi tedavi/ameliyat için yeterli bir hastane midir?
D- ATK tarafından da hikaye edilen gelişen komplikasyonlara müdahale edildiği ancak yeni komplikasyonların ortaya çıkması ve hastanın durumunun daha da bozulması nedeniyle tüm bu müdahaleler yerinde ve zamanında yapılmış mıdır? İleri bir sağlık kuruluşuna sevki neden geç yapılmıştır?” şeklindeki sorularla itiraz etmiştir.
Mahkemece, bu itirazlara ATK raporunun kapsamlı olduğu gerekçesi ile red kararı verilmiştir.
Bilirkişi, doktorun uygulanacak tedavi yöntemi ve aşamalarda gerekli titizliği gösterip göstermediğini, uygulanması gereken tedavinin ne olması gerektiğini, doktor tarafından uygulanan tedavinin ne olduğunu, ayrıntılı ve gerekçeli açıklamalı ve sonuca ulaşmalıdır. Bu bağlamda salt yapılan işlemin ne olduğunu açıklamak yeterli kabul edilemez. Kaldı ki, bilirkişinin tarafların itirazlarını da mutlaka karşılamalı ve aydınlatıcı olmalıdır. Hakim’in de bilirkişinin somut olayda görüşünün dosya kapsamına uygun olup olmadığını da denetlemesi gerekmektedir. (TMK’nın Md. 4, HMK’nın Md. 198) Yargıtay 13 HD: 2016/26796E Karar No: 2019/10302K.öte yandan, Adli Tıp Kurumu bu davalarda bilirkişi müessesesi olarak son ve üst mercii niteliğinde değildir.
Bu durumda; hastanın davalı doktor tarafından muayene edildiği aşamalarda, mevcut bulgulara göre fiziki muayene ile ya da ileri tetkik yapılarak komplikasyon yaratan bu başka rahatsızlığın (duodenum perforasyonunun) anlaşılıp anlaşılamayacağının ve mevcut ameliyata olumsuz etki edip etmeyeceğinin belirlenmesi önem arz etmektedir. Öyle ki, bu tetkiklerin yapılmaması hastanın hastalığının tespit edilmemesine neden olmuşsa hekim sorumlu olacaktır. O halde, davacılar vekillerinin itirazlarını karşılayan, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda teşhis ve tedavide özen gösterilip gösterilmediği, yapılması gerekenle, yapılanın uyuşup uyuşmadığı açıklamalarına yer verilecek şekilde, tüm deliller birlikte değerlendirilerek otopsi raporunun kesin olarak ne şekilde sonuçlandırıldığı da araştırılarak yapılması gerekenle yapılan müdahale ve tedavinin tıbbın gerek ve kurallarına göre olayda doktor ve hastaneye kusur izafe edilip edilmeyeceğini, nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkeme ve istinaf, Yargıtay denetimine elverişli üniversitelerin Öğretim Üyelerinden oluşturulacak, konusunda uzman, akademik kariyere sahip üç kişilik bilirkişi kurulundan yeniden rapor alınarak az yukarda açıklanan ilke ve esaslara göre davalı ve hastane çalışanlarının kusurlu olup olmadıkları belirlenmeli, sonucuna göre 3359 sayılı kanuna ilişkin 7406 sayılı kanun ile yapılan yasal değişiklik hükümleri de gözetilerek karar verilmelidir…” şeklinde gerekçe ile davacı vekilinin istinaf taleplerinin kabulü ile kararın kaldırılmasına karar verilmiştir.
Sonuç olarak;
Yargılama sırasına alınan bilirkişi raporunun, tıbbi uygulama hatası olup olmadığı yönündeki tüm sorulara yanıt vermesi gerekmektedir. Aksi halde yanıtlanmayan sorular ve aydınlatılmayan itirazlar yüksek yargıda kararın bozulmasına neden olmaktadır.
Av. Ayşe Gül Hanyaloğlu
HANYALOĞLU-ACAR HUKUK BÜROSU
#perforasyon , #bağırsakdelinmesi #kolesistektomi #epilepsi, #laparoskopikkolesistektomi