top of page
Ara

Tıbbi Malpraktis Davalarında Eksik İnceleme ve Bilirkişilik Sorunu: Yargıtay ve AİHM Kararlarıyla İnceleme

Adli Tıp Kurumu Malpraktis davalarında bilirkişilik
Malpraktis Davalarında Bilirkişilik Sorunu

Tıbbi malpraktis davalarında eksik inceleme ve bilirkişilik sorunu, adil yargılanma ve hukuki süreçlerin etkinliği açısından büyük önem taşımaktadır. Tıbbi malpraktis davalarında en önemli aşama bilirkişi incelemesidir. Ancak, bilirkişi raporlarına itirazlar gereği gibi değerlendirilmediğinde veya bilirkişi heyetinde ilgili uzmanlık alanlarından yeterli temsil bulunmadığında adil bir karar verilmesi zorlaşmaktadır.

Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları, tıbbi malpraktis davalarında eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporlarının nasıl ele alınması gerektiğine dair önemli içtihatlar sunmaktadır. Bu yazımızda, “Adli Tıp’ın bilirkişilik konusunda artık kanunen münhasır yetkili olmamasına rağmen hâkimlerin bilirkişi görüşü için neredeyse sistematik olarak bu kuruma başvurmalarını” eleştiren AİHM kararına vurgu yaparak, konuyu Adana Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi'nin 21 Aralık 2022 tarihli ve 2021/598 Esas, 2022/3220 Karar sayılı dosyasında verdiği karar üzerinden inceleyeceğiz.


Davanın Özeti:

Davacılar, sezaryen doğum sonrası yeni doğan bebeklerinin yoğun bakımda yattığı sürede dikkatsiz ve kusurlu tedavi nedeniyle bebeğin ayaklarında nekroz oluştuğunu ve bu süreçte gerekli bilgilendirmenin yapılmadığını ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.


Davacı İddiaları:

Davacılar, bebeklerinin doğum sonrasında yoğun bakıma alındığını, ancak ebeveynlere yeterli bilgilendirme yapılmadığını belirtmişlerdir. 17 gün boyunca sadece iki kez bebeği görme fırsatı bulduklarını, tedavi sürecinin şeffaf yürütülmediğini, bu süre zarfında bebeğin enfeksiyon kaptığını, bebeğe uygulanan hatalı enjeksiyonlar nedeniyle ayaklarında nekroz meydana geldiğini iddia etmişlerdir. Ayrıca, davalı doktorların bebekteki komplikasyonlar hakkında ebeveynleri bilgilendirmediğini, bu nedenle psikolojik olarak yıprandıklarını, babanın işinden ayrılmak zorunda kaldığını ve ailenin maddi zarara uğradığını ileri sürerek malpraktis tazminat davası açmışlardır.


Davalı Savunması:

Davalılar, tedavinin tıp kriterlerine uygun olarak yapıldığını ve bebeklerinin iyileşerek taburcu edildiğini savunmuşlardır. Yoğun bakımda her dakika bilgilendirme yapılmasının mümkün olmadığını, ancak gerekli bilgilendirmenin fazlasıyla yapıldığını belirtmişlerdir. Ayrıca, davacılar tedavi sürecinde hastane ve doktorlara defalarca teşekkür ettiklerini belirtmişlerdir. Davalılar, iddiaların mesnetsiz ve kötü niyetli olduğunu savunmuşlardır.


 İlk Derece Mahkemesi Kararı:

Asliye Hukuk Mahkemesi, Adli Tıp Kurumu’ndan kusur konusunda rapor talep etmiştir. ATK raporunda, herhangi bir tıbbi uygulama hatası olmadığı belirtilmiş ancak davacı taraf söz konusu rapora itiraz etmiştir. Yerel mahkeme rapordaki görüşü yeterli bularak tekrar bir inceleme yaptırmamış ve alınan rapora dayanarak davanın reddine karar vermiştir.


İstinaf İncelemesi:

Davacı tarafından yapılan itiraz neticesinde Bölge Adliye Mahkemesi, İlk Derece Mahkemesinin yetersiz inceleme ve eksik değerlendirmeler yaptığını belirterek kararı incelemiştir. İlk derece Mahkemesi’nin sadece Adli Tıp Kurumu’ndan rapor almış ve bu rapora karşı davalı tarafın itirazlarını yeterince incelememiş olması, kararın kaldırılması sebebi olarak gösterilmiştir.

Kararın devamında özetle; İlk derece mahkemesinin dayandığı Adli Tıp Kurumu 7. İhtisas Kurulu’nun raporunda sadece bir çocuk hastalıkları uzmanı bulunduğu, bu raporun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında belirtilen kriterleri karşılamadığı” belirtilerek, AİHM'nin Aydoğdu-Türkiye, Başvuru No. 40448/06, 30.08.2016 tarihli kararına referans verilmiştir.

Kararda şu ifadelere yer verilmiştir: "Adli Tıp Kurumu raporlarına ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen Aydoğdu-Türkiye kararında; Adli Tıp Kurumu’nun, adli tıbbi bilirkişilik konusunda artık kanunen münhasır yetkili olmamasına rağmen, özellikle Danıştay’ın söz konusu kurumun müdahalesine ayrıcalık tanıdığı ve bu nedenle hâkimlerin bilirkişi görüşü için neredeyse sistematik olarak bu kuruma başvurdukları belirtilmektedir. AİHM’nin bu kararında, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 2009/3481 Esas 2009/13100 Karar, 12 Kasım 2009 tarihli; 2010/7997 Esas 2011/5581 Karar, 11 Nisan 2011 tarihli; 2011/3954 Esas 2011/14623 Karar, 18 Ekim 2011 tarihli; 2009/3832 Esas 2010/10716 Karar, 1 Ekim 2009 tarihli; 2011/18651 Esas 2012/2596 Karar, 10 Şubat 2012 tarihli; 2011/19134 Esas 2012/2628 Karar, 10 Şubat 2012 tarihli; 2011/9912 Esas ve 2011/14750 Karar sayılı, 19 Ekim 2011 tarihli kararlarında benimsenen 'Davaya ilişkin alanda tek bir uzmanın katılımı, tıbbi bilirkişi raporunu düzenlemek için yetersizdir; üniversiteler arasından, güçlü bir akademik kariyere sahip, belirli bir alanda uzmanlaşmış olan kişileri görevlendirmek gerekmektedir.' şeklindeki kararları örnek gösterilerek, vücut bütünlüğüne ilişkin bir zarardan kaynaklanan tam yargı davalarında, bu ilkelere uygun olmak kaydıyla bilimsel yetkinliği olan diğer kurullardan da yararlanılarak uyuşmazlıkların çözümlenmesi gerektiği “ ifade edilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi, davalı tarafın rapora itirazları ve yeni rapor talebi dikkate alınarak, bu konuda rapor düzenlemeye ehil ve donanımlı bir üniversiteden seçilecek uzmanlardan oluşan bir bilirkişi kurulundan rapor alınmasını gerektiğini belirtmiştir. Bu kurulda, özellikle pediatri uzmanı, çocuk cerrahisi uzmanı ve ortopedi uzmanının bulunması gerektiği ifade edilmiştir.


Bilirkişi Raporunda İnceleme Talep Edilen Hususlar:

İstinaf Mahkemesi kararında; bilirkişi kurulundan alınacak raporda, davalı doktorun teşhis sonrası tedavi öncesi yapılacak işlemlerin tıbbi bulguların sebepleri ve nasıl seyredeceği, tıbbi müdahalenin kim tarafından, nerede, ne şekilde ve nasıl yapılacağı, diğer tanı ve tedavi seçeneklerinin getireceği fayda ve riskler, hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkiler ve komplikasyonlar, reddetme durumunda ortaya çıkabilecek fayda ve riskler gibi konuların detaylı ve anlaşılır bir şekilde açıklanması gerektiği belirtilmektedir.

Ayrıca, Hasta Hakları Yönetmeliği uyarınca bilgilendirme yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği, davalı doktorun tıbbi özeni gösterip göstermediği, tıbbi gereklilik dışında herhangi bir eyleminin olup olmadığı, tedavi öncesi ve sonrası uygulanan tedavilerde tıbbi açıdan kusurlu bir eylemin bulunup bulunmadığı, bir üst sağlık kurumuna sevkte gecikme olup olmadığı gibi hususlarında raporda yer alması gerektiği belirtilmiştir.

Sonuç olarak, mahkeme, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, İlk Derece Mahkemesi'nin kararını kaldırmış ve dosyayı eksikliklerin giderilmesi için mahkemesine iade etmiştir.

Bu karar, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin ve Yargıtay 13. Hukuk Dairesi'nin benzer kararlarıyla uyumludur. Ayrıca Aydoğdu-Türkiye kararı, AİHM’nin 30 Ağustos 2016 tarihinde verdiği ve Türkiye’yi tıbbi ihmal ve yetersiz adli tıp raporları nedeniyle mahkum ettiği bir davadır. Bu davada, Türkiye’deki adli tıp kurumlarının genellikle münhasır yetkili olarak görülmesi ve yargı süreçlerinde neredeyse sistematik olarak bu kurumlara başvurulmasının sorunlu olduğu belirtilmiştir. AİHM, bu durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine ve vücut bütünlüğüne ilişkin davalarda daha geniş bir uzman kadrosunun değerlendirme yapması gerektiğine hükmetmiştir. Adana Bölge Adliye Mahkemesi benzer bir ihlale yol açmaması için eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporu nedeniyle ilk derece mahkemesinin kararını kaldırmış ve dosyayı eksikliklerin giderilmesi için mahkemesine iade etmiştir.


Sonuç:

Tıbbi malpraktis davalarında, bilirkişi incelemesinin eksiksiz ve tarafsız bir şekilde yapılması, adil yargılanma hakkının korunması için kritiktir. Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları, tıbbi malpraktis davalarında eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporlarının neden olduğu sorunları ele almakta ve doğru yöntemlerin nasıl uygulanması gerektiğine dair yol göstermektedir. Mahkemelerin, bu kararları dikkate alarak kapsamlı bir inceleme yapması, adaletin sağlanması açısından hayati önem taşımaktadır.


Arb. Av. Ayşe Gül HANYALOĞLU



Comentarios


bottom of page