top of page
Ara

Doğumda Bebeğin Kolunun Sakatlanması (Brakial Pleksus): Danıştay Bozma Kararının Değerlendirilmesi


 Doğum sırasında bebeğin zarar görmesi doktor hatası  tazminat davası
Doğumda Brakial Pleksus Nedeniyle Tazminat Davası

Doğumda Bebeğin Kolunun Sakatlanması (Brakial Pleksus) sonrasında, malpraktis iddiası ile açılan bir tazminat davasında Danıştay’ın değerlendirilmesini inceleyeceğiz.


Doğum sırasında bebeğin omzunun sıkışması durumunda, doğumun gerçekleşebilmesi için yapılan manevralar sonucu meydana gelen brakial pleksus zararında, eğer normal doğum kararında bir hata bulunmuyorsa bu komplikasyon nedeniyle hekimin sorumlu tutulamayacağı çeşitli yargı kararlarına yansımıştır. Ancak inceleyeceğimiz kararda Danıştay, bu tür bir malpraktis iddiasında tıbbi incelemenin ne şekilde yapılması gerektiğine ışık tutmaktadır.


Dava Konusu: Normal Doğum Eylemi Sırasında Bebeğin Kolunun Sakatlanması (Brakiyal Pleksus)

Daha önceden iki kez doğum yapmış olan davacı doğum için bir kamu hastanesine başvurmuştur. Hastaneye yatışı sonrasında doğum süreci takip edilmiş ve normal doğum yöntemiyle doğuma alınmıştır. Ancak doğum esnasında bebeğin omuzunda sıkışma yaşanmış ve manevra ile gerekli müdahaleler yapılarak 4630 gr. bebek dünyaya getirilmiştir. Doğum sırasındaki zorlanmaya bağlı olarak bebeğin sol kolunda hareketlerinde kısıtlılık gözlemlenmiş ve bir ortopedi uzmanına danışılmıştır. Bebek, yapılan çeşitli tetkik ve tedavilerin ardından sol kolda sinir zedelenmesi (brakiyal pleksus paralizi) teşhisi almış ve bu sebeple ameliyat edilmiştir. Bu olayla ilgili olarak davacılar, sağlık hizmetinde kusur ve tıbbi uygulama hatası olduğunu iddia ederek tazminat davası açmışlardır.


Tıbbi Bilirkişi İncelemesi:

Yargılama sırasında Adli Tıp Kurumu tarafından bilirkişi incelemesi yapılmıştır. Adli Tıp Kurumu 2. Adli Tıp İhtisas Kurulu'nun hazırladığı raporda; “ davacı annenin sağlık durumunun doğal doğum yapmasına uygun olduğu, 4360 gram ağırlığında canlı bir erkek bebek doğurduğu, doğum öncesi doğumun normal koşullar dışında gerçekleşebileceğine dair herhangi bir tıbbi bulguya rastlanmadığı, mevcut tıbbi belgelerde bebeğin fiziksel gelişim normal olduğu, söz konusu bulguların normal yoldan doğum yaptırılma sınırları içinde değerlendirildiği, sezaryen endikasyonu bulunmadığı, doğum esnasındaki manevraların da beklenmeyen ve önlenemeyen bir komplikasyon sonucu brakiyal pleksus hasarına neden olabileceği ve sağlık personelinin bu durumda bir kusurunun tespit edilemediği” belirtilmiştir.


Karar:

Mahkeme, bilirkişi raporunu dikkate alarak, davacıların iddialarını reddetmiş, davacılar tarafından yapılan istinaf başvurusu da üst mahkeme tarafından reddedilmiştir.


Temyiz İncelemesi : Danıştay Bozma Kararı

Davacının itirazı üzerine dosya Danıştay tarafından temyizen incelenmiş ve Danıştay 10 Dairesi: 2019/2993 E, Karar No : 2023/3232 K, nolu 7.6.2023 tarihli kararı ile Yerel mahkeme kararını bozmuştur.


Bozma kararında yer alan hukuki incelemede; “Kişilerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının tıbbi ihmal nedeniyle ihlal edildiği iddiasıyla açılan tam yargı davalarında, hizmet kusurunun tespitine yönelik olarak ilk derece mahkemelerince yaptırılan bilirkişi incelemesinde, bilirkişinin somut tıbbi verileri kullanarak, sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle her türlü şüpheden uzak, nesnel bir sonuca varması ve buna göre de somut gerekçelerle kanaat bildirmesi gerekmekte olup; bilirkişiye başvurulmasındaki amacın, hukuka uygun karar verebilmek için gerekli verilere ulaşmak olduğu göz önünde tutulduğunda, bilirkişilerin uyuşmazlık konusunda özel ve teknik bilgiye sahip olan kişiler arasından seçilmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Buna ek olarak, bilirkişi veya bilirkişilerce düzenlenen raporda, sorulara verilen cevapların şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, rapor içeriğinin ise hükme esas alınabilecek nitelikte olması gerekmektedir. Doğrudan sağlık hakkını ilgilendiren bu tür davalarda, olayların oluşumuna ilişkin olarak delilleri değerlendirmekle görevli olan mahkemelerce, somut verilere dayanmayan, bilimsel değerlendirme içermeyen, yalnızca varsayıma dayalı olarak görüş bildiren bilirkişi raporlarının hükme esas alınması halinde, kişilerin anayasal haklarını korumaya yönelik yeterli yargısal güvence sağlanmamış olacaktır.” şeklinde görüşünü gerekçeye temel almıştır.


Tıbbi İncelemedeki Eksiklik Tespitleri:

Danıştay bu temel görüş doğrultusunda kararda irdelenen tıbbi vakaya ilişkin olarak şu şekilde değerlendirmede bulunmuştur: “Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü tarafından 2010 yılında hazırlanan Doğum ve Sezaryen Eylemi Yönetim Rehberi’nin 49. ve 50. sayfalarında, fetusun doğum ağırlığının 4000 gram ve üzerinde olmasının fetal makrozomi olarak tanımlandığı, ultrasonografik yöntemlerin dahi kilogram başına 125-150 gram hata payı taşıdığı, 4000-4500 gram tahmini fetal ağırlığı olan nondiyabetik (diyabet hastalığı bulunmayan) gebelerde normal vajinal yolla doğumun denenebileceği (anne ile bütün riskler ve yararlar tartışıldıktan sonra), tahmini fetus ağırlığının 4000 gramdan fazla olduğu diyabetik anne adaylarına sezaryen önerildiği belirtilmektedir.

Bakılan davada, her ne kadar hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu raporunda doğum öncesi doğumun normal koşullar dışında gerçekleşebileceğine dair herhangi bir tıbbi bulguya rastlanmadığı, sezaryen endikasyonunun bulunmadığı, küçükte saptanan brakial pleksus lezyonunun normal doğum eylemi sırasında tüm özenin gösterildiği durumlarda dahi bebeğin vaginal yoldan çıkartılması sırasında manevralara bağlı olarak görülebildiği ve öngörülemeyen ve önlenemeyen bir komplikasyon olarak nitelendirildiği, doğum eylemi sırasında bebekte pleksus brakialis lezyonu oluşması yönünden annenin doğumuna katılan sağlık çalışanlarına atfı kabil bir kusur tespit edilemediği yönünde değerlendirme yapılmış ise de; yukarıda anılan rehberde tahmini fetus ağırlığının 4000 gramdan fazla olduğu nondiyabetik (diyabet hastalığı bulunmayan) gebelerde anne ile bütün riskler ve yararlar tartışıldıktan sonra normal yolla doğumun denenebileceğinin belirtildiği, davacının doğum tarihinde 42 yaşında ve nondiyabetik bir gebe olduğu, bebeğin ise tahmini fetal ağırlığını gösteren herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmadığı görüldüğünden, davacı annenin doğumdan önceki süreçte gerçekleştirilen takip ve tedavilerinin neler olduğu, bu takip ve tedavilerin tıbben yerinde olup olmadığı, bebeğin tahmini fetal ağırlığının ölçülmesi amacıyla bir tetkik yapılıp yapılmadığı, bebeğin tahmini ağırlığını ölçmeye yönelik bir tetkik yapılmamasının tıbbi bir eksiklik ya da kusur teşkil edip etmediği, böyle bir tetkik yapılmışsa yapılan tetkikin sonucuna göre normal doğum kararının alınmasının yerinde olup olmadığı ve bu kararın anne ile bütün riskler ve yararlar tartışıldıktan sonra alınıp alınmadığı hususlarının aydınlatılıp açıklığa kavuşturulması, olayda hizmet kusuruna ilişkin değerlendirmenin tam ve eksiksiz olarak yapılabilmesi açısından önem arz etmektedir.“ şeklindeki görüşü ile Danıştay dosyadaki tıbbi inceleme eksikliklerine dikkat çekilmiştir.


Bu itibarla Danıştay, dava konusu uyuşmazlığın çözümünde hükme esas alınacak raporun yukarıda belirtilen hususları açık, anlaşılır şekilde cevaplaması gerektiğini belirterek bozma kararı vermiştir.


Sonuç olarak;

Danıştay'ın kararında, bilirkişi raporlarının, somut tıbbi verilere dayanarak objektif bir değerlendirme içermesi ve mahkemenin hüküm oluştururken bu tür raporları dikkate alması gerektiği vurgulanmıştır. Davalı kamu hastanesinde gerçekleştirilen doğum sırasında bebeğin omuzunda sıkışma sonucu yaşanan sinir zedelenmesi ( Brakiyal Pleksus Paralizi) ve ardından gelen tıbbi müdahalelerin yeterliliğine dair tüm detayların eksiksiz bir şekilde incelenmesi gerektiğine işaret eden Danıştay, özellikle anne ve bebeğin sağlık durumunun doğum yöntemi seçiminde kritik bir faktör olduğunu ve bu kararın tıbbi belgelerle desteklenerek, anne ile risklerin ve yararların tam olarak tartışıldıktan sonra verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Bu karar, yargı sürecinde bilirkişi raporlarının önemini ve sağlık hakkına ilişkin davalarda yargısal kararların temelini oluşturan bilimsel ve objektif verilerin değerlendirilmesinin gerekliliğini bir kez daha ortaya koymuştur.



Arb. Av. Ayşe Gül Hanyaloğlu






bottom of page