Kasık fıtığı operasyonu sonrasında yaşanan görme kaybının gerçekleştirilen operasyondan kaynaklı olduğu iddiası ile açılan bir davada mahkemenin verdiği kararı inceleyeceğiz. İtiraz üzerine verilen Bölge Adliye Mahkemesi kararında "ameliyat sonrası görme kaybı hekim kusuru mu komplikasyon mu?" sorusunun yanıtını arayacağız.
Dava Konusu Olay :
Kasık fıtığı tedavisi için hastaneye başvuran hastanın ameliyat öncesindeki tetkiklerinde, anestezi uzmanı “yüksek şeker değerleri nedeniyle ameliyatın riskli olduğunu” ifade ederek ameliyata onay vermemiştir. Bunun üzerine hastanın şeker seviyesini düzenlemek üzere tedavi önerilmiştir. Bu tedaviyi takiben aynı anestezi uzmanı ameliyatın riskli olduğunu tekrar belirtmiş ancak genel cerrahi uzmanının ameliyatı riskli görmemesi üzerine operasyon gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen kasık fıtığı operasyonu sonrasında hastada görme kaybı yaşanmıştır.
Gelişen görme sorunu nedeni ile hasta ** Tıp Fakültesi'ne yönlendirilmiş ve uzun süre tedavi görmek durumunda kalmıştır. Davacı hasta, kendisine uygulanan tıbbi uygulamanın hatalı olduğu ve oluşabilecek komplikasyonlar hakkında yeterince bilgi verilmediğinden bahisle doktor ve hastane aleyhine malpraktis davası açmıştır.
Savunma:
Davalı doktor savunmasında; “ Davacı hastaya kasık fıtığı teşhisi konulduktan sonra ameliyat olmak üzere ilgili hastaneye başvurduğunu, ancak rutin tetkiklerde hastanın şeker ve tansiyon değerleri yüksek bulunduğunu, bu nedenle ameliyat öncesi şeker ve tansiyonun kontrol altına alınması gerektiği belirtilmiştir. Hasta, bu tedavi sürecinde ilaçlarla tedavi edilmiştir. 15 gün sonra hastanın şeker ve tansiyon değerleri kontrol edilmiş ve ameliyat için uygun görülmüştür. Ancak, ameliyat sonrası hasta epilepsi benzeri bir nöbet geçirmiştir. Beyindeki bazı bölgelerde kanlanma sorunu tespit edilmiştir. Hastanın bu durumunun, yıllardır tedavi edilmeyen yüksek tansiyon ve sigara kullanımına bağlı damarsal yapı bozukluğundan kaynaklandığı düşünüldüğünü, görme kaybının yapılan cerrahi müdahale ile ilgili olmadığını “ifade ederek davanın reddini talep etmiştir.
Bilirkişi İncelemesi ve Karar:
Yargılama sırasında Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor talep edilmiştir. Adli Tıp İlgili İhtisas Kurulu; “davacıda meydan gelen görme azlığının nedenleri ve ameliyatla ilişkisi” hakkında farklı tarihlerde iki rapor hazırlanmıştır.
- İlk raporda; “…kişide mevcut olan görme azlığının katarakt ve diyabetik retinopatiye de bağlı olduğunun tıbben bilindiği, görme alanı kaybı ile seyreden iskemik inme tablosunun kişinin kendinde var olan Diyabet ve Hipertansiyon gibi risk faktörleri zemininde ortaya çıktığı, söz konusu cerrahi girişimin bu inme tablosunun gelişmesinde kolaylaştırıcı bir faktör olduğu” belirtilmiştir.
- İkinci raporda ise ; "… Özgeçmişinde Diyabet ve Hipertansiyon olan kişide ameliyat öncesi tetkiklerinde açlık kan glukozu401 mg/dL, kan basıncı 201/160mmHg tespit edilmesiüzerine kan şekerive tansiyon regülasyonu için tıbbi tedavisidüzenlenerek ameliyatın ertelendiği, ileri tarihli tetkiklerinde açlık kan glukozu 190 mg/dL tespit edildiği ve dahiliye konsültasyonu yapılarak spinal anestezi altında ameliyatına alındığı, dolayısıyla ameliyat ve öncesindeki kontrol ve hazırlıklar aşamasında herhangi bir eksiklik, kusur ya da ihmal bulunmadığı ..." ifade edilmiştir.
Yerel mahkeme yargılama sonunda ATK raporu doğrultusunda davacıda meydana gelen zararda davalıların herhangi bir kusur veya ihmalinin olmadığı dolayısıyla meydana gelen zarar ile davalıların eylemi arasında illiyet bağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
Davacının İtiraz Sebebi:
Davacı taraf karara itiraz etmiştir. İtiraz nedeni olarak; Adli Tıp Kurulu raporunda, yapılan cerrahi müdahalenin, inme (felç) oluşumunu kolaylaştırabileceği belirtildiği halde tıbbi bir hata olmadığı sonucuna varılmasının çelişki olduğunu ileri sürülmüştür. Ayrıca, hastanın zaten var olan sağlık sorunları ve riskleri bilinmesine rağmen, bu risklerle birlikte inmenin olabileceğinin hastaya önceden söylenmeden verilen rızanın geçerli olmadığı öne sürülmüştür.
İstinaf Mahkemesi Kararı:
Kararın dayanağı hukuksal argümanlar: Ankara Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesinde; ”davanın vekalet sözleşmesine dayadığı, vekilin (bu durumda doktorun), vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışı nedeniyle doğan zararlardan sorumludur. Bu nedenle, vekil konumunda olan doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktorların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir. Vekil, hastanın zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp somut durumunun gerektirdiği önlemleri eksiksiz bir şekilde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa bir tereddüt doğuran durumlarda bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutularak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmak ve en emin yolu seçmek gerekir. Gerçekten de hasta mesleki bir iş gören vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat beklemek hakkına sahiptir. Gereken özen görevini göstermeyen vekil TBK 510. Md (eski BK 394.md) hükmü uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.” şeklindeki hukuksal dayanakları ortaya koymuştur.
Diğer yandan; konu ile ilgili önemli bir düzenlemede 09/12/2003 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren "Avrupa Biyotıp Sözleşmesi" dir. Bu sözleşmenin “Amaç” başlıklı 1. maddesinde; “Bu sözleşmenin tarafları, tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruyacak ve biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayırım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına almakla yükümlüdürler.” sözleşmenin 4. maddesinde ise “Meslek Kurallarına Uyma” başlığı altında; “Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin, ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.” denilmektedir. Sözleşme iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiştir. Bu durumda her türlü tıbbi müdahalenin mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olması benimsenmiş olup sözleşmenin 5. maddesinde ise “Rıza” konusu düzenlenmiş ve “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi muvafakatını her zaman serbestçe geri alabilecektir.” düzenlemesiyle rızanın kapsamı belirlenmiştir.
Salt ameliyata rıza göstermek yeterli değildir. Ayrıca, komplikasyonların da izah edilmesi gerekmektedir. Ancak, bu rızanın da yukarıda vurgulandığı üzere aydınlatılmış rıza olması gerekir. Nitekim Hekimin Meslek Etiği Kuralları'nın 26. maddesinde "Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir.
Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir.
Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Acil durumlar ile, hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır.” şeklinde düzenleme yapılmış ve aydınlatmanın ne şekilde yapılacağı açıklanmıştır.
Aydınlatılmış onamda ise ispat külfeti hekim ya da hastanededir. (Bkz: Yargıtay 13.HD.'nin 15.03.2017 tarih, 2015/15331-2017/3251 ve 16.02.2017 tarih, 2015/15350-2017/1911 sayılı ilamları) “ şeklindeki açıklamalar istinaf mahkemesi kararında yer almıştır.
İstinaf mahkemesi, incelemesinde temel aldığı hukuksal kavramların yanı sıra, somut olaya ilişkin olarak mahkemece alınan bilirkişi raporlarında belirtilen hususların konuya bilimsel ve hükme elverir bir açıklama getirilmediği kanaatine varmış ve yerel mahkeme kararını kaldırmıştır. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2021/1225 Esas - 2022/1775 Karar)
Sonuç olarak, tıbbi müdahale öncesi hastanın aydınlatılması, hastanın durumuna ve taşıdığı risklere bağlı olarak farklılık göstermektedir. Hasta onamının geçerli sayılabilmesi için hastanın yeterince bilgilendirilmiş olması gerekmektedir. Hastanın sadece ameliyata onay vermesi yeterli değildir; aynı zamanda müdahalenin sonuçları ve riskleri hakkında da uygun bilgilerin verilmiş olması zorunludur.
Ameliyat sonrası görme kaybının hekim kusuru olup olmadığı sorusuna gelirsek; hekimin, tedavi yöntemlerini seçerken hastanın ve hastalığın özelliklerini göz önünde bulundurması, riskli tutum ve davranışlardan kaçınması gerekmektedir. Eğer hekimin en ufak bir tereddüdü varsa, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmalı ve koruyucu tedbirleri almalıdır. Yargılama sırasında da bu kriterler doğrultusunda bir inceleme yapılacağını belirtmek isteriz.
Arb. Av. Ayşe Gül Hanyaloğlu
HANYALOĞLU & ACAR HUKUK BÜROSU