Hanyaloğlu & Acar Hukuk Bürosu Yönetici Avukatı Ayşe Acar Yücel enjeksiyon uygulamalarında yazılı onam alınmasının zorunlu olmadığı ile ilgili “#Enjeksiyon Uygulamaları Hakkında Genelge”yi Medimagazin’de değerlendirdi.
“ENJEKSİYON UYGULAMALARI HAKKINDA GENELGE” HEKİMLERİ AYDINLATILMIŞ ONAM ALMA SORUMLULUĞUNDAN KURTARIR MI?
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılan 14500235-401.99 sayılı ve 2019/11 nolu “Enjeksiyon Uygulamaları Hakkında Genelge” ile enjeksiyon uygulamalarında aydınlatılmış onam alınması konusundaki tartışmalara son verilmek istenmiş ve 1219 Sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanununun Enjeksiyon açısından hastanın yazılı muvafakatinin alınmasını zorunlu kılmadığı belirtilmek suretiyle uygulamaya açıklık ve yön verilmek istenilmektedir. Genelge ile;
“Kanun Maddesinden de anlaşılacağı üzere, tıbbı müdahalelerde hastanın muvafakatının alınması gereklidir. Ancak, büyük cerrahi işlemler için bu muvafakatın yazılı olması zorunlu olup mevzuatımızda bunun dışında yazılı rıza alınması gereken bir işlem öngörülmemiştir.
Enjeksiyon uygulamaları büyük ameliyat cerrahiye olmadığı için hastaların sözel olarak bilgilendirilmesinin gerekli ve yeterli olduğu, müdavi hekim tarafından reçete edilmiş güncel tedavisinin yetkili sağlık meslek mensupları tarafından hastanın reçetesi görülerek yapılması halinde yazılı onam alınması zorunluluğu bulunmadığı hususunda,”
Bilgilendirme yapılmıştır.
SAĞLIK BAKANLIĞI GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜN 2019/11 NOLU GENELGEYİ ÇIKARMA SEBEBİ NEDİR?
Enjeksiyon sonrası gelişen sinir hasarının doktor hatası olduğu iddiası ile açılan malpraktis davalarında alınan tıbbi raporlar, genellikle sinir hasarının “…her türlü özene rağmen oluşabileceği, herhangi bir kusur ve ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon olduğu..” şeklindedir. Alınan bilirkişi raporları doğrultusunda komplikasyondan hekimin sorumlu tutulamayacağından bahisle açılan davalarda “RED” kararı verilirken; temyiz aşamasında Yargıtay’ın dosyada “aydınlatılmış onam” olmaması sebebiyle “Bozma” kararı verdiği görülmektedir. Şöyle ki;
YARGITAY 13. HD. E. 2015/30631 K. 2016/7474 T. 10.3.2016 kararında “…Biyotıp Sözleşmesinin 5. maddesinde “Rıza” konusu düzenlenmiş ve “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. …… İlgili kişi muvafakatini her zaman serbestçe geri alabilecektir.” düzenlemesiyle rızanın kapsamı belirlenmiş ve Dairemizin yerleşik uygulamalarına paralel düzenlemeler getirilmiştir. Salt ameliyata rıza göstermek yeterli değildir. Ayrıca, komplikasyonların da izah edilmesi gerekmektedir. Ancak bu rızanın da az yukarıda vurgulandığı üzere aydınlatılmış rıza olması gerekir. Nitekim Hekim Etiği Yönetmeliği’nin 26. maddesinde düzenleme yapılmış ve “Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. …………… Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. ………… Aydınlatılmış onamda ise ispat külfeti hekim ya da hastanededir.
Davacıya imzalatılan rıza formunun ise, davalı tarafından dosyaya sunulmadığı görülmüştür. Öncelikle davalı taraftan davacıya imzalatılan rıza formunun celbedilmesi gerekmektedir.
Mahkemenin bu yönleri göz ardı ederek, eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.”
“Sağlık Bakanlığı, sağlık hizmetinin en geniş uygulama alanı içerisinde yer alan enjeksiyon uygulamaları için genelge çıkarma ihtiyacını neden duymuştur?” sorusunun cevabı olarak yukarıda örnek olarak verilen Yargıtay kararlarını ve onam alınırken yaşanan bürokratik sürecin işleyişi yavaşlatmasını, onamların (rıza) zamanaşımı süresince saklanması sorununu ve üst mahkeme kararlarının enjeksiyonla başlayıp, poliklinik uygulamaları ile devam edeceği ve hekimler üzerindeki ispat yükü sebebiyle oluşacak hukuki baskıyı örnek verebiliriz.
“GENELGE”, AYDINLATMANIN YAZILI OLMASINI ARAYAN YÜKSEK YARGI GÖRÜŞÜNÜ DEĞİŞTİREBİLİR Mİ? HEKİMLERİ SORUMLULUKTAN KURTARIR MI?
Genelgenin ilk bakışta hekimler üzerindeki hukuki baskıyı azaltacağı hissi uyandırdığını biliyorum. Ancak yüksek yargının emsal kararlarının dayanak yaptığı Milletlerarası sözleşmelerin normlar hiyerarşisindeki yerini ve uygulanma önceliğine bakmamız gerekir.
Milletlerarası sözleşmelerin Türk iç hukukundaki yeri kanunlarla aynı olup doktrinde ve yargı kararlarında Milletlerarası Sözleşme (Biyotıp Sözleşmesi) ile kanunun çelişmesi halinde sonradan kabul edilenin uygulanacağı yönündedir. 1219 Sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun, Biyotıp Sözleşmesi’nin kabulünden (2003) önce kabul edilen bir yasa olduğundan Biyotıp Sözleşmesi’nin uygulama anlamında öne çıkacağı, hekimler açısından sorumluluğun devam edeceği bilinmelidir.
“GENELGE” İDARENİN RÜCUSUNDA HEKİM SAVUNMASINA KATKI SAĞLAR
Uygulamada Malpraktis iddiası ile açılan tazminat davalarında Sağlık Bakanlığı tarafından hastaya ödenen tazminatlar kusurlu olup olmadıklarına bakılmaksızın hatta kusur oranları belirlenmeksizin hekimlere rücu edilmektedir. Hatta Mahkeme tarafından açık bir şekilde hekimin kusuru olmadığı belirtilmesine rağmen organizasyondan kaynaklanan tazminat ödemelerinin dahi hekimlere rücu ettiği görülmektedir. Rücularda hekimlerin isyanı tüm belirsizliklerde adres olarak kendilerinin gösterilmesi olup aynı anda dört ayrı alanda görevlendirilmelerine rağmen, dava açıldığında sorumluluklarında tek hasta varmış gibi hesap vermeleri beklenmektedir. İdarenin malpraktise davetiye çıkartan çalışma şartlarından mustarip olan hekimlerin isyan çığlıklarının “İMDAT” çığlıklarına dönüştüğünü anlamak için TUS tercihlerine bakmak yeterli olacaktır. (https://hanyaloglu-acar.av.tr/saglik-hizmetinin-olumsuz-sonuclarindan-sadece-hekim-mi-sorumludur/)
Genelgeye konu enjeksiyon uygulamalarında aydınlatmanın yazılı olmaması sebebiyle İdarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı hekime rücu etmesi halinde hekim, savunmasında kullanılmak üzere iş bu Genelgeyi avukatına hatırlatmalıdır. Zira Sağlık Bakanlığının aydınlatmayı yazılı yapmak zorunda değilsin dediği hekime, ödemek zorunda kaldığı tazminatı rücu etmesi hakkaniyete aykırı bir yaklaşım olacaktır.
SAĞLIK BAKANLIĞI GENELGE YERİNE KANUN ÇIKARILMASINI SAĞLAYARAK YARGIDAKİ BELİRSİZLİĞE SON VEREBİLİR
Malpraktis davalarında görülen odur ki kantarın topuzu hekim aleyhine kaçmıştır. Bu durumda Sağlık Bakanlığının mutlaka dengeyi koruması ve hekimlerin meslekten kaçışını önlemesi gerekir. Zira hekimler aleyhine açılan davaların değeri milyonlarla ifade edilmekte ve davaların çoğunun özü sadece aydınlatmanın yazılı olmamasına dayandırılmaktadır (Down sendromu vs). Hekimler kendilerini korumak için ya riskli branşlardan uzaklaşmakta ya da yurt dışına çıkmanın yollarını aramaktadır.
Sağlık Bakanlığı’nın çözüm olarak; Malpraktisi önlemek için çalışma şartlarını düzeltmesi ve doktorluk mesleğinin hak ettiği itibarı görmesi için genelgeden ziyade kanun çıkartılmasını sağlaması gerekir. “Aydınlatılmış Onam” ve sağlık hukukunda çözüm bekleyen diğer konularda kanun ile düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Malpraktis davalarının “aydınlatılmış onam” konusunda tam bir faciaya dönüştüğü, dosyalara sunulan raporlara yukarıdan bakıldığında sağlık hukuku açısından tutarlılığın ortadan kalktığı görülmektedir.
Normlar hiyerarşisinde genelgeler, tüzükler ve yönetmelikler Türk iç hukukundaki yeri kanun statüsünde olan milletlerarası sözleşmelerden sonra gelir. Genelgenin, kanuna eşdeğer Milletlerarası sözleşme ile çeliştiği durumda genelgelerin kanunlara aykırı olamayacağı gerçeğinden hareketle mahkemeler Biyotıp Sözleşmesi’ni uygulamaya devam edecektir. Çıkartılan genelgenin malpraktisten kaynaklı tazminat davalarında hekimlere bir faydası olmayacaktır.
Bu durumda yeni bir kanun çıkarılması çözüm olacaktır. Zira Doktrinde “… Eğer bir kanun ile bir milletlerarası andlaşma çatışırsa bu çatışma, lex posterior derogat legi priori ilkesi ile çözülür. Yani milletlerarası andlaşmadan sonraki tarihli kanun milletlerarası andlaşmaya aykırı hükümler taşıyorsa andlaşmanın hükümleri ihmal edilip kanun hükümleri uygulanır.” (Kemal Gözler Milletlerarası andlaşmalar ve sözleşmeler S.9 www.anayasa.gen.tr) görüşü yaygındır.
Genelgelerin, tüzüklerin ve yönetmeliklerin Kanunlara aykırı olamayacağı ve milletlerarası sözleşmelerin Türk iç hukukunda Kanun statüsünde yer aldığı göz önünde bulundurulduğunda, Biyotıp Sözleşmesi’ndeki ilgili hükümler karşısında 2019/11 sayılı Genelge’nin hüküm doğurmayacağı açıktır.
Sağlık Bakanlığı’nın bir an evvel sağlık hukuku alanındaki boşlukları dolduracak kanun tasarılarını oluşturması ülkemizde teorik ve uygulamalı Sağlık Hukukunun gelişiminin önünü açacaktır.
AV. AYŞE ACAR YÜCEL
HANYALOGLU-ACAR HUKUK BÜROSU
Comments