Down Sendromlu Doğum – Düşük Riskli Tarama Testi ve Aydınlatma Yükümlülüğü: Yargıtay Kararı 2025
- Av. Ayşe Gül Hanyaloğlu

- 9 Tem
- 4 dakikada okunur

Down sendromlu doğum nedeniyle, kadın doğum uzmanları aleyhine açılan malpraktis davaları, son yıllarda sağlık hukukunun en tartışmalı alanlarından birini oluşturmaktadır. Gebelik sürecinde yapılan tarama testlerinin “düşük riskli” sonuç vermesi, hekimin ileri tanı testlerini (örneğin CVS ya da amniyosentez) önerip önermemesi gerektiği sorusunu gündeme getirmektedir. Bu durum, özellikle aydınlatma yükümlülüğünün kapsamı ve hukuki sınırları bakımından ciddi sorumluluk tartışmalarına neden olmaktadır.
Bu yazıda, gebelik takibinde düşük riskli tarama testi sonucu saptanan bir gebelikte, doğum sonrası çocuğun down sendromlu olarak dünyaya gelmesi üzerine açılan bir tıbbi malpraktis davasında verilen karar ile Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin 2025 yılında verdiği emsal nitelikteki karar detaylı olarak incelenecektir. Hekimin aydınlatma yükümlülüğünün kapsamı, düşük riskli olgularda ileri tanı testlerine dair bilgilendirme zorunluluğu ve bu yükümlülüğün ispatı açısından önemli bir karardır.
Olayın Özeti ve İddianın Dayanağı
Dava, gebelik takibi sürecinde down sendromunun tespit edilememesi ve bu doğrultuda gebeliğin sonlandırılması imkânının ortadan kalkması nedeniyle, sigortalı hekimin yeterli bilgilendirmede bulunmadığı iddiasına dayanmaktadır. Davacılar, gebelik takibini yürüten hekim tarafından down sendromunu belirlemeye yönelik tanı yöntemleri, bu yöntemlerin doğruluk oranları, alternatif test seçenekleri ve bu testlerin reddi durumunda doğacak sonuçlar hakkında bilgilendirilmediklerini ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle, doğum sonrası tanısı konulan down sendromunun, aydınlatma yükümlülüğünün ihlali olduğunu savunmuşlardır.
Dava, doğrudan sigorta şirketine yöneltilmiş olup, sigortalı hekim dosyaya ihbar olunan sıfatıyla dahil edilmiştir. Maddi ve manevi tazminat taleplerinin dayanağı, hekim aleyhine düzenlenmiş zorunlu mali sorumluluk sigortasıdır.
İlk Derece Mahkemesi Kararı ve Gerekçesi
İlk derece mahkemesi, davaya konu iddiaları ve özellikle aydınlatma yükümlülüğü kapsamında ileri sürülen hukuki nedenleri değerlendirmiş; Adli Tıp Kurumu (ATK) raporunu kararını dayanak almıştır.
ATK raporunda; gebelik takibi sürecinde yapılan ikili tarama testinde, kombine riskin <1:10000 cut-off değerinin altında, yaş riskinin 1:966 olduğu ve Trisomy 13/18+NT değerinin de <1:10000 seviyesinde bulunduğu belirtilmiş; ayrıca yapılan ultrasonografi incelemelerinde fetal anomalinin saptanmadığı, bu nedenle güncel tıbbi uygulamalara göre ileri tanı testlerinin önerilmesinin beklenmediği ifade edilmiştir. Rapora göre, hekim tıp biliminin genel kabul gören ilke ve kurallarına uygun şekilde hareket etmiştir.
Mahkeme, bu tespitlere dayanarak, sigortalı hekimin davacı anneye durumuna uygun tetkikleri önerdiğini, herhangi bir tıbbi ihmalinin bulunmadığını ve aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirdiğini kabul etmiştir. Ayrıca, ikili ve üçlü test sonuçlarının düşük risk göstermesi halinde hekimin ileri tanı testleri hakkında bilgi verme zorunluluğu bulunmadığı yönündeki görüşü esas almıştır.
Bu gerekçelerle mahkeme, tıbbi kötü uygulama veya aydınlatma eksikliği bulunmadığı sonucuna ulaşarak davanın reddine karar vermiştir.
İstinaf Mahkemesi Kararı ve Gerekçesi (İstanbul BAM 12. HD, 21.12.2023 T., 2023/2231 E. – 2023/1987 K.)
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi, ilk derece mahkemesi tarafından verilen ret kararını, davacıların istinaf başvurusu üzerine dosya üzerinden incelemiş ve değerlendirmesini özellikle aydınlatma yükümlülüğünün usule uygun şekilde yerine getirilip getirilmediği noktasına yoğunlaştırmıştır. Mahkeme, hasta kayıtlarında hasta tarafından imzalanmış herhangi bir onam formunun bulunmadığını, ayrıca genetik hastalıklar hakkında bilgilendirme yapıldığını gösteren yazılı bir aydınlatma belgesinin de dosyada yer almadığını tespit etmiştir.
İstinaf Mahkemesi, kararında Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2018/1849E., 2019/7606K. sayılı içtihadına dayanmış; söz konusu kararda belirtildiği üzere, üçlü tarama testi sonucunda düşük risk saptanmış olsa dahi fetüsün down sendromlu olma ihtimalinin tamamen ortadan kalkmadığını, bu nedenle hekimin ileri tanıya yönelik testler hakkında hastayı bilgilendirme yükümlülüğünün sürdüğünü kabul etmiştir. Hekimin, söz konusu tanı yöntemlerinin (örneğin amniyosentez, CVS) hem tanısal değeri hem de içerdiği riskler hakkında aileyi bilgilendirmesi gerektiği; bu bilgilendirmenin yapıldığını ispat etme yükünün hekime ait olduğu vurgulanmıştır.
Bu içtihat doğrultusunda, istinaf mahkemesi, düşük risk grubunda bulunulsa dahi hekimin çocuğun down sendromlu olabileceğini ve kesin tanı için gerekli ileri tetkikleri ve bunların taşıdığı riskleri anne-babaya açıklamakla yükümlü olduğunu kabul etmiş; somut olayda bu yükümlülüğün yerine getirildiğine ilişkin hiçbir yazılı belge sunulmadığı gerekçesiyle, ilk derece mahkemesi kararını kaldırmış davanın kabulüne karar verilmiştir. İstinaf Mahkemesi 720.000 TL maddi ve toplam 80.000 TL manevi tazminatın, dava tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte sigorta şirketinden alınarak davacılara ödenmesine hükmedilmiştir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Kararı ve Gerekçesi (16.04.2025 T. 2024/2513 E. – 2025/2479 K)
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, temyiz kararında davayı açık şekilde “aydınlatma yükümlülüğünün ihlali nedeniyle açılmış tazminat davası” olarak nitelendirmiştir. Yargıtay’ın değerlendirmesinde, bu yükümlülüğün somut olayda hukuken doğup doğmadığı ve eğer doğmuşsa usulüne uygun şekilde yerine getirilip getirilmediği temel inceleme konusunu oluşturmuştur.
Kararın esasını oluşturan değerlendirme, dosyada yer alan Adli Tıp Kurumu’nun 31.01.2022 tarihli raporu ile bunu teyit eden 27.05.2022 tarihli ikinci rapora dayandırılmıştır. Söz konusu raporlarda özetle şu tespitler yer almıştır:
Davacı anneye yapılan ikili tarama testinin "düşük riskli "olduğu,
Gebelik süresince yapılan ultrasonografik değerlendirmelerde fetal anomali saptanmadığı,
Bu nedenle hekimin, ileri tanıya yönelik (amniyosentez, CVS gibi) testleri önermesinin tıbben beklenmediği,
Bu koşullarda hekimin aydınlatma yükümlülüğünün doğmadığı,
Dolayısıyla da mevcut olmayan bir yükümlülüğün ihlalinden söz edilemeyeceği, açık biçimde ifade edilmiştir.
Yargıtay, bu değerlendirme doğrultusunda, “risk düşük dahi olsa aydınlatma yapılmalıydı” yönündeki istinaf mahkemesi gerekçesinin Adli Tıp bulgularıyla çeliştiğini belirterek yerinde görmemiştir.
Kararda şu ilkeye yer verilmiştir: “Hekime yüklenen aydınlatma yükümlülüğü, ancak bu yükümlülüğü doğuran tıbbi bir gereklilik bulunduğunda söz konusu olabilir. Tarama testleri düşük risk gösteriyorsa, hekimin ileri tanı testlerine ilişkin aydınlatma sorumluluğu da doğmaz.”
Bu gerekçeyle Bölge Adliye Mahkemesi kararı bozulmuş, dosyanın yeniden incelenerek karar verilmek üzere istinaf merciine gönderilmesine hükmedilmiştir.
Sonuç:
Yargıtay bu kararıyla, hekime yüklenen aydınlatma yükümlülüğünün, tıbben ileri tanı testlerinin önerilmesini gerektirecek düzeyde bir riskin varlığı hâlinde doğacağını kabul etmektedir. Başka bir ifadeyle, ileri tanı yöntemlerine dair bilgilendirmenin yapılması için önce tıbbi gerekliliğin mevcut olması aranmakta; bu tür bir gereklilik bulunmadığı sürece hekime hukuki sorumluluk yüklemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.
Av. Ayşe Gül HANYALOĞLU



