top of page
Ara

Prematüre Bebeğin Göz Muayenesinde Gecikme Nedeniyle Görme Kaybı İddiasında Danıştay’ın Kararı


Prematre bebek görme kaydında tıbbi hata iddiası ile açılan davada verilen Danıştay kararı.
Prematüre Bebek Rop Muayenesinde Tıbbi Hata İddiasıyla Açılan Malpraktis Davası

Bu yazıda, prematüre doğan bir bebeğin tedavi sürecinde hastanenin hizmet kusuru nedeniyle görme kaybı yaşadığı iddiasıyla açılan dava ve bu davanın temyiz sürecini ele alacağız.

İlgili dava, bebeğin gebeliğin 30. haftasında sezaryen ile dünyaya gelmesi ve doğum sonrası ROP muayenesinde yaşanan gecikme iddiası üzerine açılmıştır.


Davadaki Olguların Özeti:

Davacı bebek, 16/03/2012 tarihinde, gebeliğin 30. haftasında dünyaya gelmiştir. İlk ROP (prematüre retinopatisi) muayenesi 18/04/2012 tarihinde yapılmış ve 5 gün sonra kontrolü gerektiği belirtilmiştir. Ancak, 24/04/2012 tarihinde yapılan kontrol muayenesinden 2 gün sonra taburcu edilen davacı bebek için düzenlenen epikrizde, “1 Mayıs 2012 tarihinde ROP kontrolü” ibaresi yer alırken, davacılara verilen evrakta yanlışlıkla 31/04/2012 tarihi yazıldığı belirtilmiştir.

Davacı aile bebeklerini, 30/04/2012 tarihinde aynı hastaneye götürmüştür, ancak hastanede hangi işlemin uygulandığı belirsizdir. Bebek, bir sonraki muayenesi için 16/05/2012 tarihinde de hastaneye götürülmüş, ancak bu sürece ilişkin de herhangi bir belge bulunmamaktadır. Davacılar, sevk işlemi yapılmadığını ve ancak iki hafta sonrasına randevu alabildiklerini iddia etmektedirler. Davacı bebeğin durumu kötüleştiği için sağ gözüne lazer tedavisi önerilmiş, ancak bu tedavi uygulanmamıştır. 21/05/2012 tarihinde hastaneye tekrar başvurulduğunda, 22/05/2012 tarihinde her iki göze lazer tedavisi uygulanmıştır. Bebeğin sağ gözün durumu ilerlediği için 29/05/2012 tarihinde cerrahi girişim için başka bir hastaneye sevk edilmiştir.

18/06/2012 tarihinde yapılan muayenesinde ise bebeğin sağ göze ilave ameliyatın faydası olmayacağı belirlenmiştir. Olayla ilgili olarak yürütülen ceza soruşturması kapsamında Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporda, davacı bebeğin tedavi sürecinin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir.


Bilirkişi Görüşü:

Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen ve bebeğin tedavi sürecinin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilen rapora itiraz üzerine İdare Mahkemesi, bu kez ***** Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetini olayın detaylarını değerlendirmek üzere görevlendirilmiştir. Bilirkişi heyeti raporunda, davacının tıbbi müdahale, teşhis ve tedavi sürecinin tıp tekniğine uygun olduğunu ve uygulama hatası olmadığını belirtmiştir. Ancak aynı heyet;” 01.05.2012 ile 16.05.2012 tarihleri arasında ne olduğunu dosya bilgileri üzerinden anlamaya imkan olmadığını, 16.05.2012 - 21.05.2012 tarihleri arasında lazer uygulamasındaki gecikmenin kimden veya nereden kaynaklandığını belirlemek de mümkün olmadığını belirtmiştir. Ayrıca raporda davacı tarafın dosyaya sunduğu dilekçede yer alan; “01.05.2012 tarihinde ROP muayenesi için randevu verildiği yazılmıştır. Oysa o tarihte bize bir şey söylenmedi. Bu tarihte ROP muayenesi yapılması gerektiği, yapılmadığı takdirde oluşabilecek tehlikeler tarafımıza açıklansaydı, ihmal edilmezdi, böyle bir risk karşısında hiçbir anne baba olarak duyarsız kalmazdık. Mutlaka götürürdük. *** Hastanesinde 21.05.2012 tarihli muayeneye de kendimiz ne olur olmaz diyerek götürdük. Çocuğun durumunu orada bize anlattılar. İşin tehlike boyutunu orada öğrendik.” şeklindeki ifadelerinden, muhtemelen ailenin durumun vahametini kavrayamayıp lazer tedavisi uygulatmadığı, dosya ekinde bulunan bilgi ve belgelere göre de yapılan teşhis ve tedavi süreci hakkında davacıların yeterince bilgilendirildiği" yönünde görüş bildirilmiştir.

Bilirkişi heyeti raporları doğrultusunda İdare Mahkemesi, davalı idarelere yönelik açık bir hizmet kusuru bulunmadığına ve maddi tazminat talebinin reddine hükmetmiştir. Ancak tedavi sürecindeki 3 haftalık gecikmenin doğrudan hastanın/hasta yakınlarının hatasından veya hizmet dışı etkenlerden kaynaklandığının açıkça ortaya konulamaması, tedavi sürecinde gerekli dikkat ve özenin gösterildiği yönündeki endişe ve şüphelerin giderilememesi nedenleriyle ve ortaya çıkan ağır sonucun manevi yükünün paylaşılması gerektiği gerekçesiyle, davacıların manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Bu karar, tarafların istinaf başvuruları sonucunda da değişmemiştir.


Danıştay Bozma Kararı Gerekçesi:

Yerel mahkeme kararı Danıştay 10. Daire tarafından 29.06.2022 tarihli 2021/3528 E., 2022/3673 K. sayılı kararı ile bozulmuştur.

Danıştay'ın bozma gerekçesindeki hukuksal dayanaklar şu şekildedir: Tam yargı davalarında, kişilerin maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkının tıbbi ihmalden kaynaklanan bir ihlal iddiası söz konusu olduğunda, bilirkişi incelemesi kritik bir rol oynar. Bilirkişi, somut tıbbi veriler ve kendi tıbbi bilgisi ışığında, her türlü şüphenin ötesinde, nesnel bir sonuca ulaşmalıdır. Bilirkişiye başvurmanın amacı, hukuka uygun bir karar vermek için gerekli verilere ulaşmaktır. Bu nedenle, bilirkişi seçimi, uyuşmazlık konusunda özel ve teknik bilgiye sahip kişiler arasından yapılmalıdır.

Bilirkişi raporları, sorulara verilen cevapların açık ve şüpheye yer vermeyen bir şekilde, raporun içeriğinin ise hükme esas alınabilecek nitelikte olması gerekmektedir. Sağlık hakkını doğrudan etkileyen davalarda, mahkemeler, somut verilere dayanmayan, bilimsel değerlendirme içermeyen, yalnızca varsayıma dayalı bilirkişi raporlarını hükme esas alırsa, kişilerin anayasal haklarını koruma amacıyla yeterli yargısal güvence sağlanmamış olur.

İncelenen dava bağlamında, hem ceza soruşturması kapsamında düzenlenen Adli Tıp Kurumu raporu hem de üniversite öğretim üyeleri tarafından düzenlenen rapor, tedavi sürecinde bir gecikme olduğunu ve bu gecikmenin görme kaybına etki ettiğini kabul etmektedir. Ancak, her iki rapor da, çocuğun ilk muayenesinin ardından göz hastalıkları uzmanınca muayene edilmemesinin ve yeni bir muayene tarihi belirlenmemesinin ya da başka bir sağlık kuruluşuna sevk edilmemesinin tıp kurallarına uygun olup olmadığını değerlendirmemektedir.

Bu durumda, tedavi sürecinin tamamı yeniden ele alınmalı ve bu süreçte yaşanan gecikmenin sonuçları üzerindeki etkisi açıklığa kavuşturulmalıdır. Bu amaçla, Adli Tıp Kurumundan, tarafların iddialarını dikkate alan, tereddüte yer vermeyen, tutarlı, anlaşılır ve bilimsel değerlendirmeler içeren bir rapor alınmalıdır.

Sonuç olarak, eksik bilirkişi raporuna dayalı olarak eksik inceleme sonucu verilen İdare Mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurularının reddedilmesi hukuka uygun değildir. Ayrıca, yeniden yapılacak yargılama sonucunda, davacı küçüğe ilişkin hasta kayıtlarının gerektiği gibi tutulmaması, bu suretle maddi gerçeğe ulaşmanın imkansızlaştırılması nedeniyle, sağlık hizmetinin tali unsuru olan kayıt tutma hizmetinin kusurlu işletilmesi sonucu duyulan elem ve üzüntünün, kusurun niteliği dikkate alınarak makul ve hakkaniyetli bir tutarda manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak;

Bu yazıda incelenen Danıştay'ın bozma kararı, tıbbi hizmetlerin sunumunda ve hasta haklarının korunmasında bilirkişi incelemesinin kritik önemini vurgulamaktadır. Bilirkişi raporları, hukuka uygun kararlar vermek için gerekli verileri sağlamalı ve somut tıbbi verilere dayanmalıdır. Ayrıca, bu raporlar, hükme esas alınabilecek nitelikte olmalı ve sorulara verilen cevaplar açık ve şüpheye yer vermeyen bir şekilde olmalıdır.

Bu dava, ayrıca, hasta kayıtlarının doğru ve eksiksiz tutulmasının önemini de vurgulamaktadır. Eksik veya hatalı hasta kayıtları, maddi gerçeğe ulaşmayı imkansızlaştırabilir ve bu durum, hastaların anayasal haklarını koruma amacıyla yeterli yargısal güvence sağlanmasını engel olurken hekimler açısından ise malpraktis davalarında savunma zafiyeti yaratır.


Arb. Av. Ayşe Gül Hanyaloğlu


Stj. Av. Ayça Erciyas

Comments


bottom of page